9 Mart 2021 Salı

Şiir Denemelerimden

  Yalnızlığım- 


İkirciksiz

tekin

kuru gürültüsüz,

iç barışım.

Sade, gösterişsiz, imasız cümlelerim,

emin, güvenli limanım.

Dön gel girdapların çekiminden can kurtaranım.

Dengem, kanatlarım, özgürlüğüm,

beni ben yapanım.

Dinginliğim, varlığım.

9 Mart 2021

31 Aralık 2020 Perşembe

Yine ve Daima "Umut" Diyerek...

2020 yılını geride bırakırken böylesi çetin bir yıl için yazı yazmak şart oldu sanırım. 

Kayıplar yılı 2020; bireysel olarak yaşadığım kayıplarım da çok fazla idi bu yıl. Onların yası hala bitmedi, sürüyor. Zor bir yıldı.


Bunun dışında hep birlikte, kitlesel kayıplar, travmalar yaşadık 2020'de. Sevdiklerimizi, yakınlarımızı, tanıdıklarımızı, sağlığımızı, işimizi, dengemizi yitirdik. Karşılıklı bağlı olduğumuzu, bağımlılıklarımızı iyice farkettik böylece. Koskoca küresel dünyanın ne kadar da küçük olduğunu, insanların kendi kendilerine yarattıkları sınırların gerçekte ne kadar boş, anlamsız olduğunu gördük. Dünya gerçekten de çok küçük. Bunu çok daha iyi kavradık. Bütün dünya hala ne olduğu, etkileri, etki ediş şekli, yok ediliş yöntemi tam çözülemeyen bir virüse karşı savunmasız halde. Bulaş herkes için geçerli, tehlikeli, eşit ölçüde riskli. Çok uzağımızda diye düşündüğümüz bu tehlike, çok kısa bir süre içinde kapımıza dayandı. Tıpkı insanlığı yok eden büyük savaşlar gibi büyük bir savaş veriyor insanlık bu kez bir virüsle. İnsanlık tarihinin yaşadığı büyük savaşlara, ekonomik bunalımlara, doğal afetlere, büyük salgınlara, yıkıcı günlere yenisini ekledi covid 19 pandemisi. Bizler de bu çağın insanları olarak çağın travmatik etkisinden hem oyuncu, hem seyirci olarak nasibimizi aldık, alıyoruz. Türkiye özelinde ayrıca insanlığın yitişine şahit olduk. Kadın cinayetleri ile hep birlikte öldük. Demokrasinin yitirilişinin, faşizmin artan etkisinin seyircisi...

 

Böyle bir yılın üzerimize, omuza çökmüş etkileri ile yeni bir temiz sayfaya açılmak istiyoruz. Kuşkusuz zor. Ama her yılbaşı yaptığımız  kutlamalar, bir tür umudu tazeleme ritüelleri. Kutluyoruz çünkü, geride kötülükleri, problemleri bırakarak yeniye, temize, umuda adım atma arzusundayız. Elbette gerçekçi değil, elbette yılbaşı dediğimiz gün de sıradan bir gün. Yine de çok romantik de olsa bu kutlamaları, ritüelleri yapmak ruhumuza ilaç. Bir tür  olumlama, dileme, iyiye çağrı...

 

Hiç unutmuyorum, iki yıl önce babamın hastanede yatışı sırasında yılbaşı kutlaması yapmıştık. Durumu epey ağırdı. Ama zihni yerinde olduğundan kutlama yapabilecek durumdaydı. Hele ki yurt dışından gelen küçük torunu Ezgi'nin de olduğu buluşma ona  inanılmaz moral vermişti...Sevgimizle sarmıştık çevresini.  Hastane yemeği yemesin diye götürdüğümüz mütevazı yeni yıl tabağı, iştahsız olduğu için yiyemese bile gözlerini ışıldatmıştı.  Üstünden iki yıl geçti babam hala bizimle, akşamki kutlamamızı birlikte yapacağız. Kaybetmediğimiz umut gerçeğe dönüştü. 

 

Yaşam, tüm zorluklarına rağmen mücadele etmeye değer bir süreç. Umut da bu sürecin ateşi. O nedenle yeni yıl için sadece şunu diliyorum; 2020 bireysel, kitlesel, simgesel kayıplar yılı idi, 2021 her birimiz ve insanlık için kazanımlar yılı olsun. 

 

Umut ve dayanışma ile...




 

6 Ekim 2020 Salı

Sezgi



TİZ

Ne bu acelem?
Yetişeceğim durak mı var?
Durak görsem, duramayacak gibi içim.
Kabına sığmıyor yüreğim.
Daha bir kaç ay önce hızlansın diye 
taa içine bakasım vardı, olaydı gözleri..
             
Her şey olsun,
Tam olsun,
Hemen olsun...
Engel kalksın önümden,
bilinmeze yetişeyim...

Kaçayım belirsizliğin sancılarıdan
Kovalarsa hızlanayım,
Yönüm nereyse koşayım...

Zaman az ,
Dop dolu yaşama çırpınışı bu, belki bilmediğim
Ama sezgilerim..

Ah sezgilerim,
İstemezdim gücünüzü...

İstanbul’un iş çıkışı temposu içimin temposu.
Nefes nefeseyim.
Sıkış sıkış...

Beynim yorgun..
Uyarı sinyalleri sağır edici

Tiz...

17.07.2019


19 Nisan 2020 Pazar

Ne Harika Bir Dünya!


Korona günlerinde çoğunuz gibi evimde izole yaşarken, beynim hiç durmadan çalışıyor. 
Beden çalışmayınca galiba beyin fazla efor sarf etmeye de başlıyor. Hatta, o kadar oradan oraya sıçrıyor ki, bu zaman bolluğunda yapacaklarımı yapamaz oluyorum. Bir bakıyorum koca günü yine toz gibi uçurmuşum. Uyku saatim gelmiş, uykum gelmese de...

Oysa başladığım öykülerim var, yazılarım var, okumayı çok istediğim kitaplar, izlemeyi planladığım filmler var. Hepsi bu kafa karışıklığında yarım kalıyor. Neyse izlediğim filmlerin çok sıkılmazsam sonuna gelebiliyorum en azından. Bir de müzik, vazgeçilmezim.

Sonra, çalışmayan pek çok kişinin benzer halde olduğunu duyuyorum. Bunu duymak, yalnız olmadığımı anlamamı sağlasa bile kendimden, öz disiplinsizliğimden hoşnutsuzum.

Distopik yeni dünyada, insanlığı şaşkına çeviren, korku salan virüsten korunmak için, başımızı sokacak bir evimiz olması, #EvdeHayatVar sloganını pek çoğumuz için anlamlı kılıyor. 

Gelelim herkesin aynı şartlarda yaşamadığı gerçeğine. Gelir dağılımındaki dengesizlikler, insanlığın turnosol kağıdı olan göçmen sorunu, aile içi şiddet varken "evinde kal" uyarısı  anlamlı bir uyarı olmaktan çıkıyor. Evsizler ve üretimi, hizmeti, lojistiği sürekli kılmak için çalışmak zorunda olan insanlar, güvenli liman olarak insanlığa sunulan “evinde kal” mesajının kapsama alanı dışında kalıyorlar.

Peki çalışmayıp hastalığı, yaşı nedeniyle evinde “izole”  kalmak durumunda olanlar için yaşam nasıl gidiyor? Kendi durumumu düşününce, benim gibi evinden çıkmayan yakınlarımla, arkadaşlarımla konuştukça, her geçen gün zorlaştığını söylemem abartı olmaz sanırım. Daha önce yapabildiğimiz pek çok şeyi yapamaz olmak giderek sıkıcı hale gelmeye başlıyor. Özlüyoruz…
Ruh sağlığı uzmanlarının hasta potansiyellerini görmemek mümkün değil.

Doğa bizi dışarı davet edercesine yeniden doğarken, dirilirken penceremizin ardında olup biteni nasıl duyarsızca izleyebiliriz ki? Ya da daha ne kadar süre ile?

Bir tür “kaygı çağı” yaşıyoruz. Bütün dünya ilk kez ırk, milliyet, cinsiyet, varsıl&yoksul ayırt etmeden bir virüse teslim olduk. Hepimiz korku, kaygı hissediyoruz:
 Hastalanma, yakınını kaybetme, işini kaybetme, ekonomik çöküş yaşama, yoksullaşma, daha da yoksullaşma, şehir yaşamının sunduğu sosyal olanaklara bir daha ulaşamamak gibi… 

Salgınla ilgili gün içinde birbirini reddeden yüzlerce araştırmanın içinde, komplo teorilerinin birbirini kovaladığı ortamda neye inanacağımızı şaşırmış haldeyiz. Sosyal medyanın hızlı bilgi yayma özelliğinin sunduğu avantajı, kafa karıştırıcı bilgi kirliliği yaratıp dezavantaja dönüştürüyoruz. Bazen seyirci, bazen de oyuncu olarak sürece etki ediyoruz. 

Hiç kuşkusuz bu süreci psikolojik olarak kötülemeden atlatabilmenin en etkili yolu üretmek olmalı. Hep sonraya ertelediklerimizi yapabilmek için iyi bir fırsat sunuyor bu dönem hepimize. Yapabildiğimizce, elden geldiğince…

Dünyanın bu virüsten sonra daha olgun, kemale ermiş bir insanlığa kavuşmasını ve gerçekçi bir kaygı düzeyinde kalabilmemizi  umuyorum. Umutlarım var ve iyi ki de var...

“İlk soluğunu alışından önceki dokuz ay bir yana, hiçbir insan işlerini bir ağaç kadar iyi yürütemez... “ diyen Bernard Shaw’a inat.. 

 Çünkü dünya çok güzel ve insanlar özünde iyi varlıklar.



O zaman şuraya bir şarkı bırakayım:

Chris Botti feat. Mark Knopfler - What a Wonderful World Art bY © Zurab Martiashvili Composers: George David Weiss and Bob Thiele Album: Impressions (2012) on Columbia Records label.




31 Mart 2020 Salı

Küresel Kabus ve Umut


Selam Herkes,

Birbirimizden ayrı tutulduğumuz şu günler bizlere,  tanıdık olsun olmasın bir diğerinin değerini anlamak için düşünme fırsatı veriyor. Her büyük kriz  öğretici, anlatıcı, aydırıcı, hatta dönüştürücü. 21. yüzyılı yaşayan bizler, tarihte en önemli dünya olayları içinde yerini alacak bu virüs krizine tanık olmaya yazgılıymışız demek. 

Karantina günleri, bize insanın yalnızlığını, tek'liğini kanıtlıyor. Evinde kalmaktan başka çaresi olmayan da, ortamın bütün risklerine karşılık çalışmak için, alışveriş için evinden çıkmak zorunda olan da şaşkın durumda.
 Uzaylıların istilasına uğradı sanki dünya. Dünyanın sonunu hazırlayan virüs kılığındaki uzaylıların istilasını işleyen bir  korku filminin içinde gibiyiz,  gözümüzü kapatıp filmin biran önce bitmesini bekliyoruz.

Sosyallikten kopuş uzadıkça özlemler de derinleşmeye başladı. Kokusu, sıcaklığı, sesi ve varlığı ile sevdiklerini yanında hissedebilmek meğer ne  olağanüstü bir ayrıcalıkmış. Sarılmak, öpmek, dokunmak, sevdiğimizin, yakınımızın sıcaklığını hissetmek neredeyse olanaksız artık. Oysa, yaşamın rengi bütün bunlarmış da farkında değilmişiz.

İstediğinde korkusuzca bir arkadaşınla, sevdiğinle bir yerlerde oturup çay, kahve,bira vs.. bir şeyler içebilmek, ev ziyaretleri yapabilmek çok sıradan sandığımız gerçekte ise çok kıymetli zamanlarımızmış.

Sokağa çıkıp avare avare dolaşmak, telaşla bir yerlere yetişmek, kuş seslerini dinleyip kurumuş yaprakların çıtırtısını duyarak yürüyebilmek, sokak simitçisinden simit almak ve sonra ayak üstü zevkle yemek,vapura binip en kalabalığından mesela Eminönü'ne gidebilmek, yürümekten, koşturmaktan yorulmak, yolda tanımadığın insanlarla çarpışmak, göz göze gelip kızgınca bakmak, ılık esintili deniz havasını derin derin içine çekmek,  sahilde oynayan çocukları, sarmaş dolaş gezen sevgilileri görüp gülümsemek, fotoğraf çekmek, an'ları yakalamak... Ev mahkumuysak artık başkalarından soyut, "an" paylaşmaktan uzağız.  Hele bir de yalnız yaşıyorsak, sadece kendi an'larımızın içinde, kendimizle baş başa  geçirdiğimiz zorlu bir dönemdeyiz. Kendimizle konuşmaktan yorulduk belki de... 

O nedenle yazımın başında bugünleri,  'etraflıca düşünmediklerimizi düşünme zamanı' diye tanımladım. 

Öyle ki; sevdiklerimizi,dostarımızı  yaşarken kaybetmenin anlamsızlığını, gereksiz yere koyduğumuz mesafeleri, ertelediğimiz buluşmaları, hep "sonra giderim" diyerek ötelediğimiz  dost-arkadaş  görüşmelerini, sinemaları, sergileri, tiyatro oyunlarını, bugün değilse de "yarın yaparım" dediğimiz her eylemi düşünmeli. Ertelemeye gelmiyor yaşam. Virüsün insanlığa verdiği en önemli  derslerden biri de bu oldu. Yarın belli değilken, boşa atıp tutmakmış "sonraya bırakma" kararımız. "Zaten var, orada duruyor nasılsa" dediğimiz pek çok şeyi, bir günde kaybedebiliyoruz.

Şimdi empati kurma zamanı; evinden sağlığı nedeniyle çıkması olanaksız kişilerle, birilerinin sanki kendisi hiç yaşlanmayacakmış gibi vicdansızca hor gördüğü yaşlılarla, bırakın evde dört duvar arasında kalmayı, sadece uzunca bir insan boyundaki yatağına sıkışmış, yaşamlarını başkalarının bakımı olmadan sürdürmesi olanaksız olan genç/ yaşlı kişilerle, kimseye hissettirmeden yaşadığı hastalığın tedavisini korku içinde yarım bırakmak zorunda olanlarla, hiç bir suç işlememesine karşın düşüncesi ile suçlanan, yargılanan ve hapiste yaşamı tükenen düşünce mahkumlarıyla, suçu olmadığı halde mahkum edilen herkesle, açlık grevindeki sanatçılarla, evinde kalması mümkün olmayan çünkü evsiz, kimsesiz insanlarla, işini kaybedenlerle, canını dişine takıp çalışan, kendi yaşamlarını riske etme pahasına tüm bilgisini, emeğini ortaya koyan tüm sağlıkçılarla, her gün hizmet sunan apartman görevlileriyle,  kapıyı bir an önce çalmasını beklediğimiz, harıl harıl oradan oraya sipariş yetiştiren görevliler, kuryelerle, bütün mağaza çalışanlarıyla, kan ter içinde üretimde çalışan tüm emekçilerle...Liste uzun. Kimbilir daha atladığım kimler var?

Evlerimizden çıkma zamanı tekrar geldiğinde, yaşadığımız bu travmanın  etkisinden sıyrılıp  da "normal" yaşamaya geri döndüğümüzde, umarım ki herbirimizin  kendi açısından aldığı dersler, deneyimledikleri, öğrendikleri temelinde,  daha barışçıl, daha az tüketen, daha doğa dostu, sevginin değerini anlamış bir insanlık olma yönünde  dönüşüm geçirmeyi başarırız. 

Bunu da kaçırırsak, artık bu gezegende bize  hayat yok!









Şiir Denemelerimden

  Yalnızlığım-  İkirciksiz tekin kuru gürültüsüz, iç barışım. Sade, gösterişsiz, imasız cümlelerim, emin, güvenli limanım. Dön gel girdaplar...