19 Nisan 2020 Pazar

Ne Harika Bir Dünya!


Korona günlerinde çoğunuz gibi evimde izole yaşarken, beynim hiç durmadan çalışıyor. 
Beden çalışmayınca galiba beyin fazla efor sarf etmeye de başlıyor. Hatta, o kadar oradan oraya sıçrıyor ki, bu zaman bolluğunda yapacaklarımı yapamaz oluyorum. Bir bakıyorum koca günü yine toz gibi uçurmuşum. Uyku saatim gelmiş, uykum gelmese de...

Oysa başladığım öykülerim var, yazılarım var, okumayı çok istediğim kitaplar, izlemeyi planladığım filmler var. Hepsi bu kafa karışıklığında yarım kalıyor. Neyse izlediğim filmlerin çok sıkılmazsam sonuna gelebiliyorum en azından. Bir de müzik, vazgeçilmezim.

Sonra, çalışmayan pek çok kişinin benzer halde olduğunu duyuyorum. Bunu duymak, yalnız olmadığımı anlamamı sağlasa bile kendimden, öz disiplinsizliğimden hoşnutsuzum.

Distopik yeni dünyada, insanlığı şaşkına çeviren, korku salan virüsten korunmak için, başımızı sokacak bir evimiz olması, #EvdeHayatVar sloganını pek çoğumuz için anlamlı kılıyor. 

Gelelim herkesin aynı şartlarda yaşamadığı gerçeğine. Gelir dağılımındaki dengesizlikler, insanlığın turnosol kağıdı olan göçmen sorunu, aile içi şiddet varken "evinde kal" uyarısı  anlamlı bir uyarı olmaktan çıkıyor. Evsizler ve üretimi, hizmeti, lojistiği sürekli kılmak için çalışmak zorunda olan insanlar, güvenli liman olarak insanlığa sunulan “evinde kal” mesajının kapsama alanı dışında kalıyorlar.

Peki çalışmayıp hastalığı, yaşı nedeniyle evinde “izole”  kalmak durumunda olanlar için yaşam nasıl gidiyor? Kendi durumumu düşününce, benim gibi evinden çıkmayan yakınlarımla, arkadaşlarımla konuştukça, her geçen gün zorlaştığını söylemem abartı olmaz sanırım. Daha önce yapabildiğimiz pek çok şeyi yapamaz olmak giderek sıkıcı hale gelmeye başlıyor. Özlüyoruz…
Ruh sağlığı uzmanlarının hasta potansiyellerini görmemek mümkün değil.

Doğa bizi dışarı davet edercesine yeniden doğarken, dirilirken penceremizin ardında olup biteni nasıl duyarsızca izleyebiliriz ki? Ya da daha ne kadar süre ile?

Bir tür “kaygı çağı” yaşıyoruz. Bütün dünya ilk kez ırk, milliyet, cinsiyet, varsıl&yoksul ayırt etmeden bir virüse teslim olduk. Hepimiz korku, kaygı hissediyoruz:
 Hastalanma, yakınını kaybetme, işini kaybetme, ekonomik çöküş yaşama, yoksullaşma, daha da yoksullaşma, şehir yaşamının sunduğu sosyal olanaklara bir daha ulaşamamak gibi… 

Salgınla ilgili gün içinde birbirini reddeden yüzlerce araştırmanın içinde, komplo teorilerinin birbirini kovaladığı ortamda neye inanacağımızı şaşırmış haldeyiz. Sosyal medyanın hızlı bilgi yayma özelliğinin sunduğu avantajı, kafa karıştırıcı bilgi kirliliği yaratıp dezavantaja dönüştürüyoruz. Bazen seyirci, bazen de oyuncu olarak sürece etki ediyoruz. 

Hiç kuşkusuz bu süreci psikolojik olarak kötülemeden atlatabilmenin en etkili yolu üretmek olmalı. Hep sonraya ertelediklerimizi yapabilmek için iyi bir fırsat sunuyor bu dönem hepimize. Yapabildiğimizce, elden geldiğince…

Dünyanın bu virüsten sonra daha olgun, kemale ermiş bir insanlığa kavuşmasını ve gerçekçi bir kaygı düzeyinde kalabilmemizi  umuyorum. Umutlarım var ve iyi ki de var...

“İlk soluğunu alışından önceki dokuz ay bir yana, hiçbir insan işlerini bir ağaç kadar iyi yürütemez... “ diyen Bernard Shaw’a inat.. 

 Çünkü dünya çok güzel ve insanlar özünde iyi varlıklar.



O zaman şuraya bir şarkı bırakayım:

Chris Botti feat. Mark Knopfler - What a Wonderful World Art bY © Zurab Martiashvili Composers: George David Weiss and Bob Thiele Album: Impressions (2012) on Columbia Records label.




3 yorum:

  1. Özgür'cüğüm ne harika bir üretim, video müzik seçimine de bayıldım.

    YanıtlaSil
  2. Ne güzel yazmişsın. Kalemine sağlık.

    YanıtlaSil

Şiir Denemelerimden

  Yalnızlığım-  İkirciksiz tekin kuru gürültüsüz, iç barışım. Sade, gösterişsiz, imasız cümlelerim, emin, güvenli limanım. Dön gel girdaplar...